BİR SAATLİK SES Kış, dağların eteğinde ağır ağır oturur yamaca. Toprak serttir, hava puslu, gündüzler kısa. Soba külüne gömülü patatesler yavaş yavaş pişerken, evin içi dumanla değil, sessizlikle dolar. Konuşmalar kısadır. Cümleler, ekmek gibi dikkatle harcanır. Birbirinden çok da uzak olmayan ama birbirine de kolayca dokunmayan hayatların sürdüğü küçük taş evler, her biri kendi dilsizliğini dinler. O yıl, babam İzmir’e çalışmaya gider. Ben henüz dünyada değilim. Ama bu hikayeyi, annemin sesiyle, teyzemin sessizliğiyle, radyonun solmuş kutusuyla duyarım. Sanki ben de oradaymışım gibi. Kış daha tam çökmemiştir ama sabahları buğulu camlar ve kurumuş ayaz, günlerin hangi mevsime döneceğini çoktan söylemiştir. Babam gitmeden, merdiven başında iki taşın üzerine otu...